Büyük Pâdişâh ve Dâhî Bestekârımız Sultân 3. Selîm

Sultân III. Selîm, Osmanlı Tarihinde yenilik hareketleriyle tanınan bir pâdişahtır. Aynı zamanda neyzen, tanbûrî ve şâir olan III. Selîm, Klâsik Türk Müziğinin “dâhî” olarak nitelenebilecek bir kaç bestekârından biridir.

Aslında onun yaşadığı dönem olan 18.yüzyıl sonları, Osmanlı İmparatorluğu’nun büyük sıkıntılar içinde olduğu yıllardır. Kısaca “batı” diye adlandırdığımız Avrupa toplumları o yıllarda sosyal hayatta büyük değişiklikler yaşıyor, hızla gelişiyor ve güçleniyor, Osmanlı Devleti ise ekonomik ve sosyal bunalımlar içinde gün be gün geriliyordu.

III. Selîm daha şehzâdeliği sırasında yakında ve uzakta ne varsa dikkatle izlemiş ve Osmanlı Devleti’nde ciddî değişim hareketlerine ihtiyaç olduğuna karar vermişti.

7 Nisan 1789 tarihinde (Fransız ihtilâli senesinde) tahta çıkan III. Selîm, hem dışta ve hem de içte ciddî sorunlarla karşı karşıyaydı. Birçok Avrupa ülkesi ve Rusya gözünü, zayıflayan Osmanlı Devleti’nin topraklarına dikmişti. Yeniçeri Ocakları ise bu tehditlere karşı koyabilmekten çok uzaktı.

Bu yüzden tahta çıkınca önce “Nizâm- Cedîd” adında yeni bir ordu kurmuş, yönetimi yeniden düzenlemiş, îmâr işlerine ağırlık vermiş, eğitim ve kültür hareketlerini başlatmış, kağıt fabrikaları ve matbaalar kurmuş, Türkçe’yi koruma altına almıştı. Bunlar Osmanlı Devleti’nin bekâsı için çok önemli atılımlardı. Ancak bu ve benzeri gelişmeler bir çok iç ve dış çıkar çevrelerini rahatsız etmişti.

Kabakçı Mustafa adlı bir elebaşının başlattığı isyân sonucunda III.  Selîm’in padişahlığı ve hayatı 29 Temmuz 1808 tarihinde kanlı ve tüyler ürpertici bir cinâyetle sona erdi. Katledildiğinde cebinde Nevres-i Kadîm’in:

Kendi elimle yâre açıp verdiğim kalem
Fetvâ-yı hûn-i nâhakımı yazdı iptidâ

beytinin yazılı olduğu bir kâğıt varmış.

Aynı zamanda mevlevî olan Sultân III. Selîm, çilesini saltanat dergâhında doldurmuş olsa gerek ki, Galata Mevlevîhânesi “Defter-i Dervişân”ını “Selîm Dede” adıyla imzalamıştı. İlhâmî mahlâsıyla yazdığı şiirleri, geçici heveslerden uzak, mütevâzı kişiliğinin ve ince duyuşlarının izlerini taşır.

Bağ-ı âlem içre zâhirde safâdır saltanat
Dikkat etsen mânevî kavgaya cardır saltanat

Bu zamânın devletiyle kimse mağrûr olmasın
Kâm alırsa adl ile ol dem becâdır saltanat

Kıl tefekkür ey gönül çarhın hele devrânını
Ki safâ ise velev ekser cefâdır saltanat

Bu cihânın devletine eyleme hırs-ü tama’
Pek sakın İlhâmî zîrâ bî-bekâdır saltanat

Zâhirde: Görünüşte
Câr: Çeken, sürükleyen, yardım eden
Kâm: Maksad, murâd
Becâ: Lâyık, uygun, yerinde, münâsip
Tefekkür: Düşünmek
Çarh: Felek, gökyüzü
Hırs: Şiddetli istek, gözü dönmüşçe sahip olma arzusu
Tama’: Doymazlık, aç gözlülük
Bî-bekâ: Ölümlü, sonlu, devamsız

III.  Selîm, mûsikîde kendi adıyla anılan bir dönemin ve ekolün sâhibidir. Yanına, en yakınına saltanatın dalkavuklarını değil, Hocası Tanbûrî İsak’ı; Hacı Sâdullah, Ârif Mehmed, Abdülhalîm, Musâhib Seyyid Ahmed Ağa’ları; Şeyh Gâlib, Ali Nutkî, Abdülbâkî Nâsır, Hammâmîzâde İsmâîl Dede’leri almış, onun zamanında saray âdeta bir konservatuar hâline gelmişti.

Henüz 20 yaşlarındaki geleceğin büyük Dede-Efendi’sini, Yenikapı Mevlevîhânesindeki çilesi esnâsında Bûselik makâmından bestelediği “Zülfündedir benim baht-ı siyâhım” adlı ilk şarkısıyla keşfetmiş, üstün yetenek ve dehâsından ötürü ödüllendirilmişti. Daha sonra da dergâhın şeyhi Ali Nutkî Dede’nin izniyle, çilesi tamam sayılıp “dede” ünvanıyla, “sermüezzin” ve “pâdişah musâhibi” olarak saraya alınmasını sağlamıştı.

Mûsikî sanatımızın gelecek kuşaklara sağlıklı bir şekilde intikâl etmesini sağlamak amacıyla Abdülbakî Nâsır Dede’ye bir nazariyat kitabı ve nota yazım sistemi sipariş etmiş, ayrıca Hamparsum’un nota yazım sistemi çalışmalarına destek olarak pek çok eserin günümüze ulaşmasını sağlamıştır.

Mevlevî Âyini, Durak, Na’t, İlâhî, Kâr, Peşrev, Sazsemâîsi, Beste, Ağırsemâî, Yürüksemâî, Şarkı, Köçekçe gibi hemen tüm formlardan 80 kadar üstün kıymetteki eseri bugün elimizde bulunmaktadır. Ayrıca Acem-Bûselik, Arazbar-Bûselik, Dilnevâz, Evcârâ, Gerdaniye-Kürdî, Hicâzeyn, Hüseynî-Zemzeme, Isfahânek-i Cedîd, Nevâ-Bûselik, Nevâ-Kürdî, Pesendîde, Rast-ı Cedîd, Sûz-i Dilârâ, Şevkefzâ ve Şevk-i Dil gibi bir çok önemli makâmı terkîb ederek mûsikîmize kazandırmıştır.

Aslında bizce onun tek gerçek, bî-bekâ olmayan ve hiç cefâ etmeyecek saltanatı mûsikîsiydi. Hırs ve tamâdan uzaklaşmış gözü, inceliğini hemen her nağmeye yansıttığı kıvrak ve derin zekâsı, çiçek çiçek nağme ören asîl ve yangınlı gönlü, kıymet bileceklere yüzyıllar boyu hiç eskimeyecek hediyeler sundu…

Kendi terkîb ettiği Sûz-i Dilârâ makâmından bestelediği Âyin-i Şerîf, Türk Tasavvuf Müziği repertuvarının en önemli örneklerinden biridir. Muhteşem Sûzidilârâ Yürüksemâîsindeki feryâdının ise bir benzeri ne görülmüş, ne de duyulmuştur.

Yine kendi terkîbi olan Pesendîde makâmından bestelediği şâheser Sazsemâîsindeki, hayrete düşürücü, duyana başka bir âlemi hatırlatan özel perdelerinin eşine rastlanmadı…

Timuçin ÇEVİKOĞLU
Kaynak: Mostar, Sayı: 16 / Haziran 2006

Yorumlar

Henüz yorum yapılmamış.